Bu Blogda Ara

18 Kasım 2022 Cuma

ANTİK MISIR’IN ÖNEMLİ ŞEHİRLERİ (TEB (LUKSOR) VE MEMPHİS)

 

ANTİK MISIR’IN ÖNEMLİ ŞEHİRLERİ (TEB (LUKSOR) VE MEMPHİS)


Yerleşik Hayat

İnsanlar, mağaralardan çıkıp yerleşik hayata geçtiklerinden beri yaşam alanlarını her anlamda geliştirme eğilimi içinde olmuşlardır. İlk yerleşimler daha çok tarımsal alanları korumak için tarım alanlarına yakın yerlerde yapılmıştır. Bu aslında bir istekten çok bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Neticede doğada sadece insanlar yoktur. Yırtıcı olsun veya olmasın her türlü canlının yaşadığı doğada tarımsal alanların korunması insanoğlu için oldukça önemli bir zorunluluktur. Bundan dolayı insanlar bir arada yaşamayı tercih etmişlerdir. Yaşadıkları fiziksel mekanları birbirlerine yakın inşa etmiş ve böylelikle birlik olduklarını göstererek doğanın olumsuz taraflarını bertaraf etmeye çalışmışlardır.

Tarımsal alanların korunması ile başlayan yerleşik hayat önce küçük yerleşim alanların doğmasına daha sonra insan nüfusunun artmasıyla birlikte yerini büyük şehirlere bırakmıştır. 

Uygarlıklar büyüdükçe, şehirler de büyümüş ve bu şehirlere bazı temel fonksiyonlar kazandırılmıştır. Deniz kenarında olan bir şehrin limanı sayesinde ticari fonksiyonunun gelişmiş olması buna örnek olarak verilebilir.

Antik Mısır ve Şehirleşme

Medeniyetin doruk noktası olan Antik Mısır’da da bu şehirleşme faaliyetleri fonksiyonları gözetilerek gerçekleştirilmiştir. Stratejik anlamda korunması kolay olan şehirler başkent olarak belirlenmiştir. Nil etrafında kurulan bu şehirler genelde firavun değişikliği ile de değişime uğramıştır. Tabi ki Antik Mısır gibi büyük bir medeniyette birden çok şehrin gelişmiş olması da doğaldır. Antik Mısır’ın en önemli şehirlerinden bazılarına Teb, Amarna, Memphis, Fayyum, Tanis ve Kahire gösterilebilir.

Teb (Luksor)

Teb, tarihinin büyük bir bölümünde Mısır'ın başkentiydi. Yeni Krallık döneminde (MÖ 16-11. yüzyıllar) ülkenin başkentiydi. Teb, Nil Nehri'nin batı kıyısında, Kahire'nin yaklaşık 350 kilometre güneyinde yer almaktadır. Antik çağda Teb, "Waset", "Thebai" veya "Diospolis Parva" ("Ayın Küçük Şehri") olarak biliniyordu. En parlak döneminde iki milyondan fazla nüfusa sahipti.

Şehir, Narmer ya da Aha olarak da bilinen Menes tarafından kurulmuştur. MÖ 3100 civarında Yukarı ve Aşağı Mısır'ı tek bir krallık halinde birleştirmesiyle tanınır.  

Şehir, "tanrıların kralı" ve "gerçeğin efendisi" olarak bilinen Amon-Ra'ya adanmış bir tapınağın bulunduğu bir alana inşa edilmiştir. Amon-Ra tüm Antik Mısır'daki en önemli tanrılardan biriydi, bu nedenle bu yeni başkent için koruyucu tanrı olarak seçilmesi mantıklıdır.

Teb, Menes'in yönetimi altında hızla büyümüştür çünkü konumu onu Küçük Asya (günümüz Türkiye'si) ve Nubya (günümüz Sudan'ı) arasındaki ticaret için ideal hale getirmiştir. Teb, Er-Rb ('yaşam evi' anlamına gelir) adı verilen daha eski bir yerleşimin üzerine inşa edilmiştir. Bu eski yerleşim, MÖ 2100 ile MÖ 2050 yılları arasındaki Birinci Ara Dönem'de terk edilmişti çünkü yakındaki Moeris Gölü'nden gelen sel nedeniyle sürdürülemez hale gelmişti.

Mısır'daki ilk firavunlar Abidos'a gömülmüştür, ancak Orta Krallık döneminde yöneticiler Teb'e gömülmeye başlamıştır. Burada gömülü olan en ünlü firavunlar arasında Tutankamon ve Ramses II bulunmaktadır. Teb'de ayrıca zaman içinde kazılmış birçok tapınak ve mezar bulunmaktadır.

Teb, zaman zaman Mısır hükümdarları için askeri bir üs olarak da hizmet vermiş ve birçok firavun saraylarını burada inşa etmiştir. Şehir yıllar boyunca birçok kez yıkılmış, ancak her zaman yeniden inşa edilmiştir. MÖ 500 yılına gelindiğinde bir kez daha Mısır'ın başkenti haline gelmiştir.

Yeni Krallığın başkenti ve tüm Mısır'ın en büyük şehirlerinden biri olan Teb, zirvesinde 100.000'den fazla insanı barındırıyordu ve Mısır tarihinin en önemli yöneticilerinden bazılarına ev sahipliği yapıyordu. O dönemde dünyanın en gelişmiş şehirlerinden bazılarıydı. Özellikle Teb, bir kültür ve eğitim merkeziydi.

Memphis

Antik Mısır şehirleri Nil Nehri etrafında kurulmuştur ve Memphis de bunlardan biridir. Memphis, eski Mısır medeniyetinin doğduğu yer olarak bilinir ve Mısır'ın ilk başkenti olarak kabul edilir.

Memphis, M.Ö. 3500'lere kadar uzanan geçmişiyle Mısır'ın sürekli yerleşim gören en eski şehirlerinden biriydi. Tarih boyunca pek çok farklı hükümdara başkentlik yapmıştır ve yazının tapınakların ya da sarayların dışında günlük hayata yayılmaya başladığı ilk şehirlerden biri olmasıyla dikkat çekmektedir.

Memfis, Yukarı ve Aşağı Mısır'ı M.Ö. 3150 civarında tek bir krallık halinde birleştiren Menes (Narmer) tarafından kurulmuştur. M.Ö. 1070 yılına kadar Mısır'ın yaklaşık iki yüz yıl boyunca başkenti olarak kalmış ve bu tarihte yakındaki Sakkara'ya (başka bir antik kent) taşınmıştır.

Şehir, Nil Nehri'nin batı kıyısında, Mareotis Gölü'nün (şu anda kuru olan) yakınındaki kumlu bir höyüğün üzerine kurulmuştur. Şehir adını bu gölden ve aynı zamanda koruyucu tanrısından almıştır: Mephiteh ya da Mephis (Ptah'ın yerel bir şekli). Daha sonraki dönemlerde Memphis, en azından Eski Krallık döneminden (MÖ 2686-2181) beri yaratıcı tanrı olarak tapınılan Ptah ile ilişkilendirilmiştir.

Memfis'in adı, "parlayan" ya da "beyaz olan" anlamına gelen Batı Sami kökenli bir kelimeden türemiştir ve görünüşe göre binaların soluk rengine ya da belki de bu bölgedeki birçok yapı için yapı malzemesi olarak kullanılan Giza'daki parlak kireçtaşına atıfta bulunmaktadır.

Memphis her zaman antik bir şehir değildi. Nil Deltası'nın doğu ucunda küçük bir köy olarak başladı, ancak kısa sürede Mısır'ı Asya ve Afrika'ya bağlayan büyük bir ticaret merkezi haline geldi. Şehir aynı zamanda Mısır'ın diğer bölgelerinden ve ötesinden buraya seyahat eden birçok insana da ev sahipliği yapmıştır; bunlar arasında Ramses II (MÖ 1279-1213) gibi hükümdarlar tarafından Libyalılar ve Etiyopyalılar gibi istilacılardan korumak için gönderilen askerler de bulunmaktadır.

Antik çağda Memphis, kireç taşından yapıldığı için "Beyaz Surlar" olarak biliniyordu. Şehir, Ptah tapınağı da dahil olmak üzere birçok tapınağı ve nekropolü (mezarlık) ile hala ünlüdür. Şehir yüzyıllar boyunca ticaret, kültür, din ve siyaset için önemli bir merkez olarak hizmet vermeye devam edecektir.

 

13 Eylül 2022 Salı

ÖNEMLİ ANTİK MISIR SEMBOLLERİ VE ANLAMLARI


ÖNEMLİ ANTİK MISIR SEMBOLLERİ VE ANLAMLARI

 

İnsanlar, Tarih’e her dönemde ilgi duymuşlardır. Tarih ile sıkı sıkıya bir ilişki içinde olmuşlardır. Tarih yazıcılığı başlamadan önce insanlar, tarihi, sözlü olarak dilden dile aktarır ve bu şekilde Tarih ile olan sıkı bağlarını korurlardı. Bu bağ onları hayatta tutar, direnç göstermelerini sağlar ve atalarının geçmişinden ders çıkarıp aynı hataları yapmamalarını sağlardı.

Sözlü Tarih geleneği, Tarih yazıcılığının başlaması ile önemini büyük ölçüde kaybetmiştir. Dilden dile yayılan efsaneler, destanlar, kahramanlıklar artık sözlü olmaktan çıkıp yazıya aktarılmış böylelikle Tarih ile ilgili her şey daha korunabilir hale gelmiştir.

Tarih yazıcılığı, sadece siyasi Tarih’in değil aynı zamanda insanlar arasındaki ritüellerin de günümüze ulaşmasını sağlamıştır. Toplumlar kendi inançları doğrultusunda birtakım ritüeller geliştirmişlerdir. Bu ritüeller onlar için yaşamın döngüsü hatta huzurlu bir ölümün mihenk taşı olarak görülmüştür. Bu temel düşünce insanların toplum içindeki düzenlerini ve bu düzenin devamının ne kadar önemli olduğunun da kanıtı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Toplumlar, günlük yaşamda, dinde, siyasette ve geleneklerinde ritüelleri yaşatmaya çalışırken aynı zamanda onları sembolize etmeye çalışmışlardır. Bu sembolizasyon geleneği hemen hemen tüm toplumlarda görülür. İnsanlar bu sembolleri ayak bastıkları her yerde yaşatmaya çalışmışlardır. Özellikle ibadet ettikleri fiziki mekanların her yerine bu sembolleri büyük bir ustalıkla işlemişlerdir.

Sembolizasyon geleneğinin en yaygın görüldüğü yerlerden birisi de beş bin yıllık kadim tarihi ile Antik Mısır’dır. Antik Mısır, ilk defa Firavun Narmer tarafından, Aşağı ve Yukarı Mısır’ın birleştirilmesiyle büyük bir uygarlık haline bürünmüştür. İlk firavunun Akrep Kral olduğu söylense de Tarih arşivlerinde bununla ilgili belge yoktur. Bu yüzden, Narmer, Mısır’ı Mısır yapan ilk kişi olarak tarihteki yerini almıştır.

Antik Mısır halkı, çok tanrılı bir inanışa sahipti. Bu inanç sistemi içerisindeki tanrıların tasvir eden çalışmalar yapılmış ve bu tanrılarla özdeşleşmiş önemli semboller kullanılmıştır. Neredeyse her tanrı bir sembol ile tasvir edilmiştir. Bu durum Antik Mısır halkının dini hayatlarına ne kadar önem gösterdiğinin kanıtıdır.


Güneş Sembolü

Birçok kültürde güneş sembolü önemli bir yer tutmaktadır. Sıcaklık kaynağı olarak güneş, tutkuyu, canlılığı ve gençliği simgeler. Güneş, sadece dünyayı ısıtan bir kaynak değil aynı zamanda doğuş ve batışıyla, doğum ve ölümü simgeler.

Güneş, Antik Mısır’da o kadar değerlidir ki güneşi tanrılaştırmışlardır. En büyük tanrılarından biri olan Amon ve Ra, güneşi temsil etmişlerdir. Amon ve Ra zamanla birleşip Amonra adını almıştır. Antik Mısır’da doğan güneş tanrısı olan Khepri, güneşin gökyüzündeki yolculuğunu simgeleyen hayvan tersi topunu yuvarlayan bokböceği ile ilişkilendirilmiştir. Yeni yaşam ile de ilişkilendirilmiştir.


Ay Sembolü

Ayın gökteki döngüsel yolculuğu ve sürekli değişen biçimi ilk uygarlıklarda insan yaşamının döngüsü ile ilişkilendirilmiştir. Yeniaydan dolunaya, biçimlerinin her biri ve tutulmalarına özel anlamlar atfedilmiştir. İnsanın kaderini yönettiği de düşünülmüştür.

Ay sezgilerinizi ve duyarlılığınızı, sezgilerinizi ve duyarlılığınızı sembolize eder. Eski Mısırlılar ayın yeryüzündeki suları kontrol etmekten sorumlu olduğuna ve yaşamın büyümesine izin verdiğine inanırlardı. Yeniden doğuşu ve yenilenmeyi simgeleyen ay, ilahi olanla olan derin bağlantımızı temsil eder ve uzun zamandır mistik güçlere sahip olduğu düşünülmektedir.


Antik Mısır’da güneş kadar değer gören Ay, Tanrıça Bastet ile ilişkilendirilmiştir. Yunan Ay Tanrıçası Artemis ile ilişkilendirilen Bastet çoğunlukla kedi başlı olarak tasvir edilmiştir. Ay’ın bereketini sembolize eder.


Yıldız Sembolü

Uzay, tarih boyunca insanlar için hep bir gizem ve sonsuzluk olarak görüldü. Güneş battığında yeryüzünü bir fener gibi aydınlatan yıldızlara hep doğaüstü güçler atfedildi. 

Yıldızlar, yol göstericilik, ilahi etki ve esin kaynağı olarak görüldü. Yıldızların bu doğaüstü gizemi onların birçok alanda kullanılmasını da sağladı. Devletlerin bayraklarında, dinlerde ve ünlüleri ima ederken.

Gece gökyüzündeki en parlak yıldızlardan biri olan Sirius yıldızı, eski Mısır kültüründe önemli bir semboldü. Efsaneye göre, yıldızın yükselişi yeni bir firavunun gelişini (veya firavunun dirilişini) müjdeliyor ve tanrılardan gelen bir umut işareti olarak kabul ediliyordu. Antik Mısır’ın analık ve bereket tanrıçası İsis’in simgesi de Sirius yıldızıydı. Sirius yıldızı gökyüzünde belirdiğinde Nil bereketini bahşetmeye başlardı.


Ateş Sembolü

Ateş sembolü veya Alev, insanoğlunun bildiği en eski sembollerden biridir. Eski Mısırlılar ateşin yaşamın dört temel unsurundan birini temsil ettiğine inanıyorlardı (diğer üçü Toprak, Hava ve Su). Öldüklerinde öbür dünyada bir dizi döngüden geçeceklerine inanırlardı: doğum, yaşam ve ölüm.

Eski Mısır'da ateş sembolü sadece sıcak, kuru iklimi ve sürekli güneş ışığıyla ağaran toprakların çoğunu kaplayan öfkeli kızıl kum tepelerini değil, aynı zamanda hayat veren rolüyle güneşin ateşli ısısını da ifade ediyordu. Bu nedenle, ateş sembolü yaratılış ve bereket fikrinin yanı sıra yıkım ve arınma fikrini de içerir. Ateş güneşi ve meşaleleri, sonsuz yaşamı ve eril enerjiyi sembolize eder. Ateş Güneşi, Işığı ve Mutluluğu simgeler. Hayatınızda ışık ve mutluluğu temsil eden iyi bir alamet olduğu düşünülür.

Antik Mısır’da aslan başlı kadın biçiminde tasvir edilen Tanrıça Sekhmet elinde ateş püskürten bir kobra ile resmedilmiştir. Sekhmet, Mısır savaş tanrıçası olarak kurbanlarını ateşli oklarıyla öldürür ve bedeni yanan bir alev topu gibi ışıldardı.


Ankh Sembolü

Antik Mısır'da sonsuz yaşamın güçlü bir sembolü olan Ankh Sembolü bugün hala kullanılmaktadır. Ankh sembolü genellikle kendilerine iyi şans, bilgelik ve sağlık getireceğine inananlar tarafından takı olarak takılır. Ankh Sembolü sonsuz yaşamın güçlü bir sembolüdür. Aynı zamanda binlerce yıldır var olan ve her gün doğup batan güneş gibi her zaman bizimle olacak olan şeyi temsil eder.

Ankh sembolü sadece sonsuz yaşam ile ilişkilendirilmemiş aynı zamanda kadınlığı ve erkekliği de simgelemiştir. Üzerinde bulunan haç kombinasyonu Tanrıça İsis ve Tanrı Osiris’in birleşimini temsil eder. Aynı zamanda Osiris’in ölüme meydan okumasını simgeler.


Horus’un Gözü

Horus'un Gözü eski Mısır'da güçlü bir semboldü ve aralarında İsis ve Hathor'un da bulunduğu birçok tanrıyla ilişkilendirilirdi. Başlangıçta ayı temsil ediyordu ancak daha sonra sağlık, refah ve korumayı temsil eder hale geldi. 

Güçlü bir tılsımdır ve kullanımı binlerce yıl öncesine, Mısır'ın bilinen en eski hanedanlık dönemine kadar uzanır. Horus'un Gözü Mısırlılar tarafından kötülüklerden korunmak ve sağlıklarını korumak için bir tılsım olarak kullanılmıştır.

Göz, tanrıça Wadjet'te kişileştirilmiştir. Evrensel Ana Tanrıça Hathor'un oğlu Tanrı Horus'un gözüydü ve sol gözü çıkarıldıktan sonra takması için ona verilmişti. Horus'un gözü (wedjat veya udjat olarak da bilinir) eski bir Mısır koruma, kraliyet gücü ve sağlık sembolüdür. Göz, tanrıça Wadjet'te kişileştirilmiştir. "RA'nın Gözü" olarak da bilinir.


Horus Asası

Antik Mısır'ın sembolü Horus Asası. Pirinç ve altından yapılmış bu heykel, koruma ve kraliyet gücünün sembolüdür. Horus'un sağ elinde adalet asası ve sol omzunda otorite sembolü ile hüküm sürdüğü söylenir. Adalet asası gücü, organizasyonu ve birliği temsil eder. Otorite sembolü ise bir tüy veya başlıktı.

Horus'un antik sembolü tanrının asası olarak bilinir. Mısır mitolojisinde asa ya da sopanın bu tanrı tarafından firavunun yeryüzündeki hükümdarlığı sırasında onu dengelemek için kullanıldığı düşünülürdü. Mısır firavunları simgelendikleri her görselde ellerinde Horus Asası ile sembolize edilmişlerdir. İktidar ve güç göstergesidir.


Shen Halkası veya Yüzüğü

Antik Mısır Shen yüzüğü sonsuzluğun orijinal sembolü olarak lanse edilir. Ezoterik inisiyeler ve mistikler bu güçlü sembolü uzun zamandır bilinmeyene, hatta belki de zamanın kendisine kapı açmak için kullanıyorlar! Siz de yüzüğünüzü takın ve sonsuz değişim ve olasılığın pozitif enerjisini kendinize çekin.

Shen yüzüğü sembolü kadının gücünü ve İsis'in bilgeliğini temsil eder. Bu sembol iki ruhun birleşmesini temsil eder. Daire ilahi dişilliği temsil eder. Üçgen, insanın daha yüksek erdemlere ve özlemlere ulaşma yeteneğini sembolize eder. Bir Shen Yüzüğü iki ruh arasında bir bağ oluşturarak onları tek bir ruh olarak birleştirir.


Lotus Bitkisi

Lotus bitkisi, yaratıcılık ve bereket sembolüdür. Hindistan, Mısır, Çin ve Japonya’da çok saygı görür. Çamurlu sulardan lekelenmeksizin yetiştiği için de saflığı temsil eder. Lotus bitkisi sembolü eski Mısırlılar tarafından saflığın ve iyi şansın sembolü olarak kullanılmıştır.

Güzel ve hoş kokulu mavi lotus, çamurlu ve kirli sularda yetiştiği ve güneş ışınları vurunca açıp günbatımıyla birlikte yapraklarını kapadığı için kutsal sularda yaşamın doğmasını, doğurganlığı ve ölümü simgeler. Aynı zamanda Yukarı Mısır’ın da sembolüdür.

Antik Mısırlılar için lotus bir doğum ve yeniden doğuş simgesiydi. Tanrı Nefertem kimi zaman bir lotus üzerine uzanmış altın bir delikanlı ya da çocuk olarak tasvir edilen Güneş tanrı Ra ile ilişkilendirildi.


Uraeus Sembolü

Uraeus'un sembolü bir yılan ve tanrıça Wadjet'in başıdır. Taç veya kafa bandı olarak takılırdı. Uraeus kraliyet, güç ve ilahi otoritenin sembolüydü. Uraeus sembolünün görüntüsü, firavunlarının ruhunu temsil ettiği bazı eski Mısır sikkelerinde de yer almıştır. Kobra tanrıçası Wadjet'i temsil eden ve firavunu korumak için kullanılan Uraeus sembolü. Uraeus sembolü eski Mısır'da kraliyetin koruyucu sembolü olarak da kullanılmıştır.


Eski Krallık dönemine ait yazıtlarda, kraliyetin çeşitli sembollerinden biri olarak kralın tacında ve başlığında bir "Ureoia" kullanıldığı anlatılmaktadır. Bununla birlikte, genellikle Heru-behedet, Cennetin Efendisi ('Horus' onun doğum adıdır) olarak anılır. Hikâye şöyle devam eder. Tanrı Re tüm tanrıları kendisini korumaya çağırır ve onlar da tacının üzerine yerleştirdiği Uraeus yılanını yaratarak karşılık verirler.


İnsanların ilahi olsun veya olmasın içlerinde her zaman bir inanma isteği vardır. Taşa bile inanabilir. Bu tarihle kanıtlanmış bir gerçek değil aksine hakikatin kendisidir. Taşa inanan insan taşı da kutsal sayar ve ona motifler verir. Onu en güzel şekilde temsil etmeye çalışır. Antik Mısır da inançlar bu sembolleri ortaya çıkarmıştır.  

 

3 Eylül 2022 Cumartesi

TANRIÇALAR (KYBELE, DEMETER, HERA VE VESTA)

 

 TANRIÇALAR (KYBELE, DEMETER, HERA VE VESTA)

 

Tanrıça, her evde yıllarca söylenen melodik bir ezgi gibidir. Bu ezgiyi her defasında dinler dilimizden düşüremeyiz. Tanrıça, bu ezginin hayat ile bütünleşmiş yansıması hatta kendisidir. Bir kadın hakkında bir şey duyduğumuzda aklımıza gelen ilk şeydir. Günümüzün kadınları ataları gibi sadece uysal anneler değil, aynı zamanda önlerine çıkan her engeli omuzlayan ve başarıya ulaşan dinamik savaşçılardır.


Tanrıçalar, toplumun erkek meslektaşlarından üstün gördüğü olağanüstü kadınlardır. Doğanın arkasındaki yaratıcı güç oldukları düşünülmüş ve doğal dünyanın gücü için saygı görmüşlerdir; doğurganlık, doğanın dengesi, yeniden doğuş ve yaşamın kendisi. Doğurma yetenekleri onları hem fiziksel hem de ruhani dünyalarda güçlü kılıyordu. Güzellik, zekâ ve zarafet ile donatılmışlardır. Binlerce yıl boyunca Tanrıçaların doğanın arkasındaki yaratıcı güç olduğu düşünülmüştür. Güzellik, zekâ ve zarafet ile donatılmışlardır.


Tanrıçalar tanımlanması ve anlaşılması zor olan kadim bir ilah türüdür. "Tanrıça" kelimesi kendi başına güç anlamına gelir ve tanrıçalık kavramı doğduğunda bugün bildiğimizden çok daha farklıydı. Tanrıçalar doğa, kehanet güçleri, doğurganlık ve annelikle yakından ilişkiliydi.


Tanrıça Kelimesinin Kökeni

'Tanrıça' kelimesi eski Yunanca 'thea' kelimesinden gelmektedir. Bu, kimliği veya kökeni ne olursa olsun herhangi bir kadın tanrı için kullanılan geniş bir terimdi.  Kelimenin kullanımı o zamandan beri sadece en yüksek mertebedeki kadın tanrıları tanımlayacak şekilde daraltılmıştır. Tanrıçaların dişiliğin, güzelliğin ve gücün nihai kaynağı olduğuna inanılır. Başarı ve bilgeliği temsil ederler.


Tanrıçaların mitolojisi, çok çeşitli kültürlerde dişil tanrısallığın kökeni, doğası ve evrimi üzerine yenilikçi bir araştırmadır. İnsan ırkının en eski zihinsel ortamına, doğaüstü güçlere ve ilahi varlıklara dair atalarından kalma hayallerine dair anlayışımızı yeniden gözden geçiriyor.

En eski halklar arasında, dişil ilahi ruhani yaşamda kilit bir role sahipti. Ancak zaman içinde bu pagan inançlar ve ritüel uygulamalar damgalanmış, bastırılmış ve hatta yok edilmiştir. Tanrıçaların Mitolojisi, Mısır, Yunan, Roma, Kelt ve Mezopotamya dahil olmak üzere birçok kültür ve uygarlık üzerine yapılan araştırmalarla ihmal edilen bu tarih olarak karşımıza çıkıyor.


Tanrıça Kybele

Antik çağlara bakıldığında, çok tanrılı dinlerin yaygın olduğu görülmektedir. İnsanlar hayatlarıyla ilişkilendirdikleri her türlü durumu ve olayı bir ilah ile bağdaştırmaya çalışmışlardır. Bu ilahın cinsiyeti, olay ve durumun niteliğiyle şekillenirdi. Örneğin; doğurganlık kadın ile bağdaştırıldığı için doğum tanrısı da bir tanrıça olurdu. Avcılık ve toplayıcılığın yaygın olduğu çağlarda bereket kadınlık ile ilişkilendirilmiştir. Bu da birçok uygarlıkta karşımıza çıkan “bereket tanrıçası” figürünü doğurmuştur.


Hitit, Frigya ve Hellen uygarlıklarını etkilemiş olan ―Ana Tanrıça Kültü ile ilişkilendirmiş, bunların Hititler‘in Hepat‘ı, Geç Hititler‘in Kubaba‘sı, Frigler‘in Kybele‘si ve Hellen Magna Mater‘inin öncülü olan bir tanrıçayı temsil ettiklerini öne sürmüştür.

Antik çağlarda Kybele'ye (ya da Kibele) doğayı ve insanları koruyan bir bereket tanrısı olan büyük Ana Tanrıça olarak tapılırdı. Bu modern zamanda, bize anne kadınların -ve her türden bakıcının- dünyadaki en kutsal güç olduğunu hatırlatıyor. Onlar şefkatli kalpleriyle etraflarındaki herkesi ve her şeyi beslerler. Kybele kokusu, kendi içsel tanrıça doğanızı onurlandırmanız için üretilmiştir.


Kybele Anadolu'nun Frigya Ana Tanrıçasıydı ve modern zamanlarda kızı Astarte kadar yaygın olarak bilinmese de birçok antik kültür tarafından hala saygı görüyordu. Kybele bir tahtta, bir mızrakla silahlanmış olarak ya da bir boğayı yendikten sonra bir aslanın üzerinde dinlenirken temsil edilir. Kybele isminin Kibele ile akraba olduğu düşünülmektedir.

Kibele modern kadının duyularını tatmin edebilir, ancak o her zaman kadınlar için bir şampiyon olmuştur. Antik çağlarda ona büyük Ana Tanrıça, doğayı ve insanları koruyan bir bereket tanrısı olarak tapılırdı.


Kybele Yunan Panteonu‘na girdikten sonra kişiliği Hera, Rhea, Demeter, Gaia, Artemis ve Afrodit gibi tanrıçalara bölünmüş; antik kaynaklarda bazen Zeus‘u annesi Rhea, tarım ve bereket tanrıçası Demeter ve toprak ana olarak Gaia ile özdeşleştirilmiştir. Yunan ana karasında Panteon‘u oluĢturan ve Anadolu Ana Tanrıçası‘nın niteliklerini paylaşan Tanrıçalar içerisinde Artemis, doğaya hakimiyet ve bereket nitelikleri ile kaynağını Anadolu Ana Tanrıçası‘ndan aldığını göstermesi bakımından özellikle önemlidir. Erhat‘a göre Artemis, anayurdu Anadolu‘da Ephesos / Efes‘te Syon Kybele‘si olarak tekrar ortaya çıkmış ve Ana Tanrıça Kybele‘nin görkemli bir devamı olmuştur.


Tanrıça Demeter

Antik Yunan Mitolojisi, Demeter, Bereket Tanrıçası. Cronus ve Rhea'nın kızı, Zeus'un karısı ve Persephone'nin annesidir. (Yunan Mitolojisi) Yunan bereket ve hasat tanrıçası Demeter'in Sicilya'da yaşadığı söylenir.

Demeter, Anadolu’da tapılan Kybele ile özdeşleştirilmiştir. Yunan mitolojisinde büyük saygınlık kazanan Demeter, Kybele gibi doğurganlık ve bereketle değil daha çok bereket tanrıçası olarak rağbet görmüştür. Demeter aynı zamanda Romalılar tarafından da benimsenmiş ve Romalılar tarafından “Ceres” adı ile anılmıştır.


Demeter’i bu kadar saygın bir tanrıça yapan temel unsur, onun kızı Persephone ile olan bağıdır. Bu bağ, onu anneliğin en büyük tanrıçaları arasına sokar. Öyle ki Demeter ve kızı Persephone ile ilgili anlatılan bir mitte Demeter’in annelik yönünün ne kadar ağır bastığını gösterir.


Mitte anneliğin kalıcı bir sembolü olan Demeter'in en bilinen efsanesi, kızı Persephone'nin kaçırılması ve onu geri alma çabaları etrafında döner. Hades tarafından kaçırılan ve Yeraltı Dünyası'na götürülen kızı Persephone'ye karşı büyük bir sevgi beslemiştir. Demeter, kuyunun başındaki zeytin ağacının gölgesinde üzgün bir şekilde oturur. Bu Demeter annesinin ne kadar kötü bir durumda olduğunu gösterir. Kendisini işe yaramaz ve kısır olarak hisseder. Ne yapacağını bilmez halde öylece bekler. Persephone gelene kadar bütün hayatı durdurur. Tohumların büyümesine izin vermez ve kıtlığı başlatır. Kıtlıkla birlikte insanlar tanrılara isyan etmeye başlar. Buna duyarsız kalamayan baştanrı Zeus durumu düzeltmeye çalışır ve Hades ile Demeter’i bir araya getirir. Hades ile anlaşma yapan Demeter, yılın belirli zamanlarında kızı Persephone’nin yeryüzüne çıkışını kutlamak için ilk baharın gelişini sağlar.


Bu mitte de anlaşıldığı gibi annelik mitolojilerin ana kaynağını oluşturan temel unsur olmuştur. Demeter’in kızına duyduğu derin sevgi, anne-çocuk ilişkilerinin her dönemde ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştur.


Tanrıça Vesta

Roma'nın ev ve ocak tanrıçası Vesta, Satürn'ün ya da Ops'un kızıydı. Kültü 1 Mart'ta (diğer adıyla Vesta Günü) büyük bir törenle kutlanırdı; bu aynı zamanda her ayın kalenderi ve nones'ten önceki beşinci günü (Ides'ten dokuz gün önce) işaret ederdi. Vesta Bakireleri Roma'da onun kutsal ateşini korur ve Roma'nın refaha kavuşması için ateşin yanmaya devam etmesini sağlamak üzere sürekli tetikte olurlardı.


Tanrıça Vesta, Roma’da ocağın koruyucusuydu. Vesta kutsal bir tapınakta, yanındaki rahibeleriyle birlikte yaşar ve orda yanan ocağın yanık kalmasını sağlarlardı. Bu ateş her yılın sonunda söndürülür ve yeni yılda odun parçaları ile tekrar yakılırdı. Vesta, bembeyaz bir elbise ile adeta gözleri kör ederdi. Ona bakmak imkansızdı.  


Roma’da Hıristiyanlığın ateşi söndürüp ayine son vermesine kadar yaklaşık 6 yüzyıl hiç sönmeyen Vesta ateşi geleneği çok eskilere dayanan bir gelenekti. Vesta tapınağı, Romalılar için bir güven göstergesiydi. O ateş yandığı sürece Romalı erkekler ve kadınlar kendilerini güvende hissederlerdi.


Vesta, Yunan tanrıçası Hestia’nın Roma’daki karşılığıydı. Vesta “ocak” demekti. Ocak yani “ev”. Vesta evi ve aileyi temsil ederdi. Vesta, sadece Romalılarda değil, birçok toplumda saygıyla tapılmış ve tapınağına büyük merak uyandırmıştır. Hıristiyanlık yaygın bir din haline gelene kadar önemini korumuş, kilise zamanla Vesta tapınağının yerini almış ve Vesta, tarihte mitolojik bir bakire olarak kalmıştır.


Tanrıça Hera

Hera adının, "kadın, ana” anlamına gelen Yunanca sözcükten türemiş olduğu yaygın olarak kabul edilir. Mevsimlerin Hera'nın dadıları olması da onu eski ana tanrıçanın mirasçısı durumuna sokar; bu yönüyle Hera bitkilerin anası, ürünlerin koruyucusu ve bereket kaynağıdır. Yine bu yönüyle bitki yılının tanrıçasıdır dolayısıyla da mitte ona dadılık eden üç mevsim (ilkbahar, yaz ve kış) onun gözünde kutsaldır.


Hera Tanrıların ve Tanrıçaların Kraliçesidir. Kadınların, anneliğin ve korunmanın Tanrıçası olduğu kadar evliliğin ve samimiyetin de koruyucusudur. Hera'nın mitolojideki rolü, yaratılışını, evliliklerini ve fetihlerini çevreleyen birçok farklı mit ile karmaşık bir roldür.

Tanrıça Hera, evlilik ve aile tanrıçası, göklerin imparatoriçesi, mavi gözlü ve saçlı genç bir kadın olarak temsil edilir. Kıyafeti genellikle bir cübbe ve yıldızlarla süslü bir taçtan oluşur.


Antik Yunan'da Hera kadınların, evliliğin ve doğumun tanrıçasıydı. Evli kadınları kısırlıktan korur, doğumlarına yardımcı olur ve çocukları zarardan korurdu. Tanrıların kralı Zeus'un (Roma mitolojisinde Juno) karısı olduğuna inanılırdı.

Yunan mitolojisinde Hera evlilik ve kadın tanrıçasıdır. Olimposlu tanrılar düzenine katılmadan önce esasen bir bereket tanrıçası olduğu düşünülmektedir. Geleneksel olarak güzel, ancak kıskanç ve intikamcı olarak tanımlanmıştır.


Hera 'ya yıl boyunca üç farklı biçimde ve tapmakta tapındırdı. İlk baharda bakire Hera Partenos'tu, yazın kendini geçekleştiren Hera Teleia olurdu, kışın ise ona dul Hera Kera olarak tapılırdı. Hilal, dolunay ve son dördünde onun korumasındaki tarımın üç evresinin simgeleriydi. Hera'nın üç yönü, kadının hayatındaki üç dönemi temsil eder; ki bu dönemler onun rahibeleri ve yardımcıları tarafından ayinlerle kutlanırdı. 


Sonuç olarak, yazımda Anadolu, Antik Yunan ve Roma'da önemli yer tutan tanrıçaların bazılarına yer verirken şunu görüyoruz; kadın, tarihin her evresinde güçlü bir karakter ortaya koymuş, insanlar tarafından tanrılaştırılmış ve ataerkil toplum yapısında bile kendine yer bulmuştur. Tanrı kadar Tanrıçalık da mitolojik hikayelerin ana temasını oluşturmuştur.